OTİZM VE AİLE
Aileye katılacak olan bebeğin
haberini almak anne ve baba için olağanüstü duygular yaşatan bir durumdur. Anne
ve baba 9 ay sonra kucaklarına alacakları bebeğin haberini aldıkları andan
doğuma kadar geçen süreç boyunca bir çok duyguyu birlikte yaşarlar. Heyecan,
kaygı, şaşkınlık, korku, mutluluk gibi bir çok duygu dalgalanmalarını yoğun
olarak hissederler. 9 ay boyunca doğacak olan sağlıklı bebeğin hayalini
kurarlar. Bebeğin odasının hazırlanması, eşyalarının alınması, çevreden gelen
tepkilerle birleştikçe kurulan hayallerde çoğalır.
9 ayın sonunda bebeklerini
kucaklarında aldıklarında ise heyecanın yanı sıra bebeklerinin gelecekleri ile
ilgili kaygı yaşarlar. Bebek büyüdükçe, anne ve babanın bebeğe alışma süreci
hızlanır. Artık bebeğin ihtiyaçları anne ve babanın yaşamlarının merkezi haline
gelmiştir. Bir an önce bebekteki gelişmeleri görmek, takip etmek isterler. Bu
genellikle 4-6 ay sürecinde bebekten babıldama bekleme ile başlar.
Otizmli bebeklerde genellikle
babıldama davranışı görülmez . Bu bebekler diğer kişilerin kendileriyle
konuşmalarına ve seslenmelerine karşı tepkisiz kalırlar. Ailelerin büyük
çoğunluğu 6. ayda bebekte bir farklılık olduğunu görmezler. Konuşmada gecikme yaşamasını genetik faktörler
gibi başka sebeplere bağlarlar. Bebeğin 24. aya girmesi ile birlikte aile
durumun daha da farkına varır, çevreden gelen “çocuğunuz neden konuşmuyor?”
gibi sorular arttıkça uzmana başvurular.
Uzmandan “otizm” tanısını
duydukları andan itibaren aileler için bambaşka bir yaşamın kapıları aralanmış
olur. Ailenin bebeğin dünyaya geleceği haberini aldığı andan itibaren kurmuş
olduğu tüm hayaller yıkılır. Bu hayallerin yerini soru işaretleri alır. Otistik
bir çocuğa sahip olmak ebeveynleri değişik şekillerde etkileyebilir. Farklı
gelişim gösteren çocuğa sahip olan ailelerin davranışları içinde bulundukları
sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ortama ve kendi eş ilişkilerine göre farklılık
göstermektedir. Ebeveynlerin davranışsal tepkilerinin çeşitliliği aynıdır, fakat
tepkilerin dereceleri farklılık gösterir. Aileler bu tepkilerinin anlaşılır ve
normal olduğunu duyma ihtiyacındadırlar.
Tanı ile karşılaştıkları andan
itibaren aileler bir çok tepkisel evreden geçerler. Ebeveynler içinde
bulundukları evrelerde kendi bireysel ve ailesel özelliklerden dolayı farklı enerji ve zaman harcamaktadırlar.
EBEVEYNLERİN TEPKİSEL EVRELERİ
Şok Evresi:
Aileler başvurdukları uzmandan
“otizm” tanısını duydukları andan itibaren şok yaşayabilirler. Daha önce belki
de adını bile duymadıkları bu sendromla karşı karşıya gelmek ailelere ağır şok
tepkisi yaşatır. Bu ilk evrede ailelerin
yaşadıkları yoğun şaşkınlık duygusu nedeniyle uzman tarafından yapılan
açıklamalar, olası tahminler kulaklarında bir fısıltı olarak kalır. Aileler ile
yapılan çalışmalarda “çocuğunuzun tanısını ilk öğrendiğinizde ne tepki
verdiniz?” sorusuna ailelerin yoğunlukla
“hatırlamıyorum.” yanıtını verdiğini görebiliriz. Hayatlarında böylesine
farklılık yaratan bir durumu hatırlamamalarının nedeni yoğun şok duygusundan
kaynaklanır. Yaşadıkları şok tepkisine ek olarak aşırı ağlama tepkisi de
verirler.
İnkar Evresi:
Ailelerin yaşadıkları şoktan
kurtulmaları, bazen günler, bazense haftalar alabilir. Şok tepkisinden sonra
aileler durumun gerçekliğinden kaçınmaya çalışırlar. Otizm tanısını,
çocuklarının gelişimini görmezden gelebilirler. İnkar tepkisini vermelerindeki
en büyük neden çocuklarının gelecekleri ile ilgili yaşadıkları yoğun kaygıdır.
Anne ve baba ne kadar inkar ederse etsin aslında akıllarının bir kenarında
onları kemiren “ileride ne olacak?” düşüncesinin ağırlığından kurtulmak için
inkara başvurular. Bazı aileler çocuklarının aslında çok daha ileri düzeyde
becerilere sahip olduğunu fakat tembel olduğu için bunu göstermediğini ileri
sürerler.
“Aslında
konuşabilir, her şeyi anlatıyor bize (eliyle çekerek istediği yere götürme) ama
çok tembel.” gibi fikirler öne sürerler.
Bu düşünceleri nedeniyle de çocuklara ağır baskıda bulunurlar. Bir başka
tepki de çocuklarının durumunu olduğundan daha karamsar bir tablo çizerek gören
ailelerin verdiği tepkidir. Bu aileler eğitime gerek bile duymayabilirler, ya
da eğitime götürseler de eğitimcinin geri dönütlerini dinlemezler, ev
çalışmalarını yerine getirmezler.
Depresyon Evresi:
Aileler yaşadıkları yoğun hayal
kırıklığı duygusu nedeniyle acı çekerler.
Anne ve baba doğum öncesinden itibaren hayallerini kurdukları
bebeklerini kaybetmişlerdir.
Yaşadıkları acı duygusu
hayallerini kurdukları normal gelişim gösteren, sağlıklı bebeğin kaybını temsil
eder. Acı duygusuna çökkünlük, üzüntü, keder, yaşama isteği kaybı,yorgunluk da
eklenince ortaya depresyon tablosu çıkar.
Bu depresyon süreci bazı
ebeveynlerde uzun süreler sürmekte, kronikleşmektedir. Çocukla tüm gün
ilgilenmek durumunda kalan annelerde depresyon daha sık görülmektedir. Çalışan
anneler iş hayatlarına çocuğun doğumu ile ara vermişler ve daha sonra da geri dönmüşlerdir. Tanının
öğrenilmesi ile beraber anneler işi tamamen bırakmak durumunda kalabilirler. İş
hayatından soyutlanan, kendine yeteri kadar zaman ayıramayan anneler bazen
depresyonlarının bile farkına varmayabilirler. Kronik yorgunluk ya da
uykusuzluk belirtileriyle doktora başvurduklarında yaşadıkları depresyonu
öğrenirler.
Kızgınlık Evresi:
Anne ve baba içlerinde
bulundukları durumdan dolayı yoğun kızgınlık duygusu yaşarlar. Yaşadıkları bu
kızgınlık duygusu hayata karşı, çocuklara karşı ve eşlerine karşı ortaya çıkar.
Yaşama karşı, “neden ben?”
sorusunu sorarlar. “Ben bunu hak edecek ne yaptım?”, “Neden tüm zorluklar benim
başıma geliyor?” gibi sorgulamalarla günlerini geçirirler. Kızgınlık evresinde
depresyon daha da tetiklenir. Sorulara yanıt bulamayan ebeveynler bir kısır
döngü içine girerler. Geçmişte yaşadıkları olayları da felaketleştirip zaten
ben hiç mutlu olmadım gibi düşüncelerle yaşamlarını çekilmez hale getirirler.
Çocuklarına karşı yaşadıkları
kızgınlık oldukça dramatik bir tablo çizmektedir. Çocuğun maruz kaldığı tanı ve
hiçbir şeyden haberi olmayışı aileyi üzer. Diğer bir yandan ise çocuk
doğmasaydı, eski mutlu günlerini yaşayabileceklerinin düşüncesi kızgınlığı daha
da pekiştirir. “Keşke doğurmasaydım.” cümlesini kendilerine sık sık tekrar
ederler. Sonra da bu cümleyi kurmanın verdiği suçluluğu yaşarlar. Bu seferde
kendilerine karşı kızgınlık duyarlar.
Anne babaya ya da baba anneye
karşı kızgınlık geliştirebilir. Anneler babalara karşı, “Hamileliğimde beni çok
üzdü.”, “Kayınvalidem ile tartıştık, hiç beni korumadı.”,”Çocuğu o daha çok
istedi.” gibi sebeplerle kızgınlık yaşarlar. Babalar ise “Hamileliğinde iyi
beslenmedi, bazen sigara içti.”gibi doğum öncesine ait sebeplere takılırlar.
Doğum sonrasına ait “kilo vermek için diyet yaptı, sütü kesildi, çocuğun
bağışıklık sistemi etkilendi.” düşünceleriyle kızgınlık yaşarlar. Tanının
öğrenilmesi ve eğitim sürecine girilmesi ile babalar da ki kızgınlık duyguları
daha da keskinleşir. Tüm gün işte olan baba çocuğu sadece akşamları görür ve
eğitiminden tamamen anne sorumludur. Bu durumda baba “eğitimini evde iyi
yapamıyorsun”, “tv kapatmıyorsun.” gibi cümlelerle anneyi eleştirmeye ve anneye
kızmaya devam eder. Çoğu ailelerde evlilikler derin yaralar alır, bazıları ise
sona erer.
Suçluluk Evresi:
Ebeveynler suçluluk duygusundan
oldukça zor kurtulurlar. Yıllar geçse de bazı anne babalar bu duygunun esiri
olurlar. Çocuğun davranış problemleri ile uğraşırken akıllarının bir köşesinde
doğurmasaydım o da bunlara maruz kalmayacaktı düşüncesi vardır. Bu sebeple
bazen davranış problemlerini görmezden gelip, pekişmesini sağlarlar. “Keşke”
ile başlayan bir çok düşünceye sahiptirler. Bu keşke içeren düşüncelerin
ailelerle olumlu bir faydası yoktur. Çünkü otizmin sebebi kesin olarak belli
değildir. Anne ve babanın uzman tarafından psikolojik destek alması, tanı ile
ilgili bilimsel bilgilere ulaşması ve kendini suçlamayı bırakıp çocuğa olumlu destek
vermesi gerekir.
Kabul Evresi:
Kabul evresine gelmeden önce
aileler bilimsel olmayan bir çok yola daha başvurular. İnandıkları din
adamlarına giderler. Hatta bazı aileler tüm dinlerin ileri gelenlerine gidip
dua etmelerini, çocuğu “okumalarını” isterler. Adaklar adarlar, normalden daha
fazla çevrelerine maddi destekte bulunup tüm iyiliklerin kendilerine
döneceklerini, böylelikle çocuğun da gelişeceğini düşünürler. Diyet yapan
çocukların anneleri, çevrelerindeki diğer çocuklara kendi çocuklarının yiyemedikleri
yiyeceklerden alırlar.
Bilimsel
geçerliliği olmayan yöntemlere başvurular.
Tüm bu arayış süreçlerinden sonra
aileler çocuklarını kabul etme bilincine erişirler. Kabul etme evresi ailelerin
en çok zorlandıkları evredir. Kabul etme, eğitime ve çocuğun içine dahil olduğu
ve olacağı her sürece ailenin bilinçli ve aktif katılımını gerektiren bir
durumdur. Çıkacak olan sorunları, duraksamaları, zaman zaman çözülemeyen
aşamaları anlamayı ve kabul etmeyi gerektirir. Bu durumlarda anne baba, olumsuz
duyguların üstesinden gelmeli, gelişmeli çocuklarını zayıf yanlarıyla da kabul
etmelilerdir.
EBEVEYNLERİN DESTEKLENMESİ
Otizmli çocukların bireysel
eğitimlerinde ilerlemelerinde önemli rol ailelere düşmektedir. Ailenin aktif
olarak eğitimin içinde yer alması eğitsel olarak oldukça önemlidir. Bunun için
aile yapısının, ailenin içerisinde bulunduğu duygusal durumun, sosyo-kültürel
ve sosyo-ekonomik yapısının, ihtiyaçlarının belirlenmesi gerekmektedir.
Bu belirlemeleri sağlıklı olarak
yapmak için ailenin çocuğun durumunu öğrendiği andan itibaren yaşadıkları
duygusal geçmişleri, sorunları saptamak gerekmektedir. Bu saptamalar eğitimci
tarafından hazırlanan anketler yardımı ile yapılabilir. Eğitimci- aile
görüşmelerinin eğitsel plana uygun yerleştirilmesi, ailelere yeterli bilgi
aktarımı yapılması ailenin kaygı düzeyini de azaltacaktır.
Ailelerin zihinlerinde yanıt
bulamadıkları bir çok soru vardır. Eğitimin ne kadar süreceği, otizmle ilgili
kaynaklara nasıl ulaşabilecekleri, kardeşi olursa otizmden etkilenip
etkilenmeyeceği, akademik yaşantısı, normal okula gidip gelemeyeceği,
okuma-yazma öğrenme durumu belli başlı sorular arasındadır. Bu sorular aileler
ile ortak gün ve saatlerde belirlenen seanslarda eğitimci tarafından
yanıtlanmalıdır.
Uzmanlar aileler ile bilgi
paylaşımında bulunurken destekleyici iletişim kurmalıdırlar.
İlk olarak aileyi
dinlemek gerekir. Ailenin söyledikleri ne kadar uzak gelse de, uzman yargıdan
kaçınmalı dinlemelidir. Aileye öğüt verme yerine, bilgi vermeyi seçmelidir.
Aile öğütleri komşudan, kendi anne babasından sıklıkla duyar. Oysa ailenin
somut bilgiye gereksinimi vardır. Anlamaları bilgiyi onların kültürel
düzeylerinde örnekler vererek desteklemek gerekir. Akademik terimlerden uzak,
anlaşılır bir dille konuşulmalıdır. Bilgiyi paylaşırken sağduyulu ve duyarlı
olmak gerekir. Ailelerin verecekleri tepkileri sakinlikle dinlemek gerekir.
Bilgi paylaşımında ailenin önceliklerini, yaşam koşullarını da ön planda tutmak
gerekir.
Zorlandıkları bu süreçte daha da
zorlanmamaları için yaşam koşulları değerlendirilerek eğitim desteklenmelidir.
Aile üyelerine ayrı birer birey olarak davranmalı, gerekirse ayrı görüşmeler de
yapılmalıdır.
Kaygı ve depresyon düzeyi yüksek
olan ailelere, bireysel terapi ya da aile terapisi önerilmelidir. Ülkemizde
ailelerin ekonomik koşulları özel terapi süreçlerini karşılamaya uygun
olmayabilir. Böyle durumlarda belediye servislerine ya da devlet kuruluşlarına
yönlendirme yapılabilir.